23 Ekim 2014 Perşembe

M. Maeterlinck Körler Kitabı


Dün bir kitapsever arkadaşıma çaya gitmiştim. Elimde okunacak onlarca kitabım olmasına rağmen, yine dayanamadım bir kaç kitap ödünç aldım. Bu küçük kitap da onlardan biriydi. Arkadaşım mutlaka oku dedi. Kitabın yazarı, Kont Maurice Polydore Marie Bernard Maeterlinck (doğum 29 Ağustos 1862 ölüm 6 Mayıs 1949 ) Kendisi Belçikalı bir yazarmış. Edebiyatta sembolizm akımının önde gelen temsilcileri arasında yer alıyormuş. 1911 yılında edebiyat dalında Nobel Ödülü'ne layık görülmüştür. Bu yazarın en tanınmış eseri de 1892'de yayımlanan bu Körler kitabıymış . 

Kitabın konusu ise çok ilginç! Bir adada bir klisenin kurduğu güçsüzler yurdu mevcut. Bu yurtta kalan 6 kör insan , bir rahip tarafından kışın ilk günlerinde, güneşli bir havada , adada deniz kenarında gezintiye çıkarılıyor. Daha sonra ise  Rahip ekmek, su getireceğim diye onlardan ayrılıyor ama geri dönmüyor. Bu körler de durumu farkedince telaşa kapılıp, hem nerede olduklarını anlamaya hem de yollarını bulmaya çalışıyorlar. Diyaloglar öyle etkileyiciydi ki kör olmadan kör olmayı hissettim sanki!
 
" Altıncı kör: Senin çok güzel bir kadın olduğunu söylüyorlar.
 Genç kör kadın: Kendimi hiç görmedim ki..."
 
Sonu ise bir meçhul gibiydi ama okuyana göre! Herkesin bu sondan çıkardığı dersler vardır... Benim çıkardıklarım ise şöyle:

Hepimiz aile üyelerimizi, arkadaşlarımızı yakından tanıdığımızı , sevdiğimizi iddia ediyoruz ya! Bence bundan emin olmayın! Bakmak ayrı görmek , dinlemek, anlamak için ciddi zaman ayırmak ayrı! İşte kitapta şöyle geçiyordu " İşte yıllardır hep beraberiz ve hiç birbirimizi görmedik! Sanki daima yalnızmışız gibi! Sevmek için görmek lazım." 

Belki de çok yakın olduğumuz bir insanın bile,  bazen aslında çok yalnız olduğunu , hep ağladığını bilmiyoruzdur! Çıkarlarımız ve zorunlu birlikteliğimiz sonucu , sadece iyi günlerde ilişkimiz devam ediyordur ,kim bilir belki de onun dışı gülerken içi, hep ağlıyordur; ama biz göremiyoruzdur!..."

" Birinci ihtiyar kör: Diğerlerinin ağladığını hiç duymadık!
En ihtiyar kör: Ağlamak için görmek lazım!" 


22 Ekim 2014 Çarşamba

Satranç ( Stefan Zweig)

Stefan Zweig’in “Satranç” adlı kısa öykü kitabı, sanırım O’nun en iyi kitabı. Zweig’in bu sıradışı hikayesi, sizi öyle etkisi altına alacak ki , maçın heyecanına kendinizi kaptırıp, kitabı bitirmeden koltuktan kalkmayacaksınız! Bittikten sonra ise daha da aklınızdan çıkmayacak!

Dr. B, İkinci Dünya Savaı zamanında kaçırılıp ,Gestapo tarafından kapatılmış olduu otel odasında ,  psikolojik yalnızlık işkencesine maruz bırakılır! Hiç kimse ile görüştürülmez, hiç bir şey yaptırılmaz!( "Cehennem hiçlikten iyidir") işte bu hiçlikte  tam da kendini kaybetmek üzereyken; sorgulama seanslarının birinde , ans eseri duvarda asılı duran birinin ceket cebinden çalmış olduu bir satranç kitabıyla ,uzun bir zaman geçirmeye başlar. Hiç piyon ve tahtası olmadan bütün oyun stratejilerini beyninde , kendi kendisiyle oynayarak geliştirir. Bu sürede üstün bir satranç oyuncusuna dönüür. 


Hücreden sonunda salıverilen Dr. B ,işte bir gün gemide bir santraç oyununa katılır ve kendini kaybedecek dereceye kadar bir şampiyon ile oyun oynar! Peki kazanan kim olacaktır! Okuyunca göreceksiniz ki , psikolojik baskı, uzun bekletme süresi gibi  karşı rakip için uygulanan bazı taktikler nasıl da kişiyi etkisine alıp, sonucu beklenmedik hale getiriyor!



21 Ekim 2014 Salı

Sergüzeşt Kitap Yorumum

Sergüzeşt

Romantizm bu kitapta o kadar saf gerçekti ki, her satırda insanın yüreğine dokunan cümleler, ifadeler vardı. Şu ana kadar okuduğum en güzel kitaplardan biriydi. Ben çok beğendim, okurken çok hüzünlendim, gözyaşlarıma hakim olamadım çoğu bölümde...

Ayrıca bu kitap, "siyasal iktidarın baskısına" uğrayan ilk roman özelliği de taşıyormuş.

Kitapta özgürlük ve tutsaklık konusu işleniyor. Dilber ismindeki göçmen, küçük 9 yaşlarında  bir öksüz kız, İstanbul'da bir aileye esir olarak satılıyor ve görmediği işkence, hakaret kalmıyor!

Kitaptan bir bölüm: "Evsahibi, Dilber'in kendi kızıyla oynamak istediğini görünce, Dilber'in kulağından tutarak, Dilber'i süpügeyi bıraktığı yere getirdi. ' Sen işini bırakıp ne oynuyorsun?' diyerek şiddetli bir tokat attı. Zavallı çocuk, ağlamaya bile cesaret edemeyerek, hizmetini görmeye devam etti."

Kitaptan bir alıntı: " - Niçin ağlıyorsun? 
-Hiç, ağlamak esirlerin en büyük hakkıdır! Biz o hürriyete sahibiz...

Daha sonra Dilber büyüdükçe hayatı o evden bu eve savruluyor... Peki esirlerin aşık olma hakkı var mıydı?
Dilber hürriyetine kavuşabilecek miydi? Bu kitabı okursanız pişman olmayacaksınız! Garanti ediyorum ki  okurken de edebiyatın doruklarında gezeceksiniz!