28 Kasım 2014 Cuma

Hermann Hesse (Rosshalde)

Rosshalde 

 Beni Hermann Hesse ile tanıştıran kitap. Ama öyle bir kitap, öyle bir hikaye ki okuduktan sonra etkisinden kurtulmam imkansız artık demiştim. Yazarın kalemindeki o tavsir gücü ve anlattığı hikaye o kadar çok gerçekçi ki  acaba kendini mi anlattı bu hikayede demiştim. 

O tasvirlenen muhteşem bahçeye, Rosshalde adlı o evin içine  girdim ben de okurken ... Usulca ,mesleğine deli gibi tutkun , ressamın atölyesine gittim önce. Onu tuttum bir sarstım " Hey kalk bırak o fırçaları elinden be adam, bak dışarda küçük bir çocuk senden ilgi bekliyor, şu bahçede seninle koşup oynamak istiyor! Sen çok sevdiğini iddia ettiğin küçük çocuğuna hep diyorsun ya " Hadi gel, al fırçayı sen de resim yap benimle" ama bilmiyorsun çocuk senin işinden de o boya kokan atölyenden de nefret  ediyor aslında... Onun tek isteği, çocuk olmak, sadece çocuk... Kendinin de dediği gibi " Bazen çocuklar hiç bir şey yapmadan, bir köşede öylece oturmak ya da oynamak ister." 

Sonra o mutsuz karın var ya,sana soğuk davrandığını iddia ettiğin,  onu mutsuz eden sensin aslında... " Git sarıl ona, onu ne çok sevdiğini söyle, çekilip gitme o atölyene. Karın senin işine saygılı, ama senden de ilgi ve şefkat bekliyor... Hep verici olan taraf olmak istemiyor. Sen ona yaklaş, bak o sana nasıl koşacak... 

Bak sonra çok geç olacak her şey için dostum, kalk kendine gel... diye bağırdım ama duyuramadım... Kitap bitince şöyle bir bakakaldım hüzünle kitabın kapağındaki o eve ...


Selamlar kitap dostları...

Kırmızı Pazartesi

Kırmızı Pazartesi 

Hey Santiago Nasar, gel bakayım bir yanımıza anlat biraz , bir de hikayeyi senden dinleyelim... Sen Angela Vicario'yla bir ilişki yaşadın mı? Gerçekten onun namusunu sen mi kirlettin? Sen bu vahşice ve işleneceği önceden herkesce  bilinen bu cinayetin kurbanı oldun! Halbuki o kızın ikiz abileri bile bu cinayeti işlemek istemedi! Onun için herkese söylediler . ' Biz Santiago'yu öldüreceğiz dediler!' Ama hiç kimse inanmadı dostum, ya da inandı ama , nasıl olsa bunu bilen diğerleri bir şeyler yapar bu cinayeti engeller dedi ... Ama olmadı be dostum, kimse hiç bir şey yapmadı! Annen bile bir şey yapamadı! Sanki herkes kör oldu... Sanki kader senin ölmeni istedi! Neyse biz hikayeyi hep başkalarından dinledik. Angela "Benim namusumu kirleten bu adam "!dedi senden için... Sorgu yargıcı, hiç bir kanıt olmadığı için senin suçsuz olduğuna inandı ve şöyle bir not düştü rapor kenarına " Bana bir önyargı verin, dünyayı yerinden oynatayım" biz kitabı okuduk ama hala tam bilmiyoruz , hiç kimse böyle vahşi bir ölümü haketmez belki ama söyle be dostum , O sen miydin?


Yine daha önceleri okuduğum etkisi altında kaldığım bir kitaptı... Arkadaş sende kitabı anlatmışsın diye kızanlar olmuştur, kitabı okumadıklarından... Ama inanın bu kitabın daha ilk sayfalarında katilin kim olduğu söyleniyordu😄

Elif Şafak(Ustam ve Ben)

Ustam ve ben 

Son tahlilde anlattığım hikaye başından , sonuna sadece bir düş...
Ve hakikaten Süleyman isimli bir fil vardı Viyana'da. Onun yolculuğu, dünya edebiyatının güçlü kalemlerinden Jose Saramago , Filin Yolculuğu isimli adlı eserinde anlatılmıştı vaktiyle." 


Ustam ve Ben kitabını bitirdim. Bu yukarıdaki sözler de kitabın sonunda "Yazarın Notu" kısmında geçiyordu. 
Bir de  bu bölümde Elif Şafak , bazı tarihi gerçekleri deforme ettiğini ve romanın akışına göre kurguladığını belirtmiş. Bütün bunları göz önünde bulundurarsak, hikayesi açısından kitabı beğendiğimi söyleyebilirim. Beyaz Fil Çota ile filbaz Cihan'nın hikayesini sonuna kadar merakla okudum. Konusu, 16. yüzyılda Hindistan’dan İstanbul'a gelen beyaz bir fil ve onun sırlarla dolu bakıcısının sırlı maceraları... Filbaz aynı zamanda Mimar Sinan'nın çıraklarından biri ve hikayede ünlü inşaatlarda çalışıyor . Kitabın diline gelince, edebi anlamda çok zengin değildi bana göre. Belki de herkese hitap etmesi için böyle yazdı yazar. Sanat tarihi ve mimarlık açısından hatalar olduğu söyleniyor, o konuda bilgim olmadığı için bir şey söyleyemeceğim,ama tek sıkıntı bence kitabın sonunda yazarın kaynak göstermemesiydi.

Benim en sevdiğim "ünsüz karakter" ise Leyli isminde bir Mecnun Şeyh... Şöyle diyordu :" Allah'tan korkmaya daha ne kadar devam edeceksiniz, O'nu sevmek varken. Siz Allah'ı kendiniz gibi zannedersiniz. Kızgın, kindar, katı. Olur mu öyle şey..."

Ahmet Hamdi Tanpınar.( Mahur Beste)

Ah Behçet Efendi Ah, ben senin hayatını uzunca anlatan bir roman bekliyordum; ama senin ve o güzel yürekli , güzel eşinin dışında herkesi; ailedeki eş, dost, akrabayı onların aşklarını yakından tanıdım. Okurken kimi zaman dağıldım, kimi zaman toparlandım. Dönemin gündemdeki tarihi olaylarına, doğu-batı fikir tartışmalarına şahit oldum. Günümüzle karşılaştırdım. Hiç bir şeyin değişmediğini farkettim. Mahur Beste'nin hikayesini öğrendim... Ama bir seni tam tanıyamadım be Behçet Bey... 

Sen hep kendini <biçare hissettiğin > için hep biçare yaşadın durdun. Sen biraz kısa boyluydun, biraz çekingen, biraz pısırık, beklenmedik bir zamanda, güzel bir kızla evlendirildin. O kadın seni hep sevdi saydı; ama sen  ne yaptın ? Hep kendini yetersiz hissettin, hiç karına sevgi ilgi göstermedin. Gömdün kafanı kitaplarına, ciltlerine, unuttun en yakınındaki en değerli olanı... 

Sen hep bir rüya aleminde yaşadın, en yakınındakini bırakıp, uzaktakilerin hayatı ile ilgilendin... Yazarın sana gönderdiği o kitap sonundaki ilginç mektuptan sonra, bendeki bütün taşlar yerine oturdu. Bulmacadaki eksik parçalar yerini buldu, kitabı okurken ortaya çıkan , dağınıklık ise açığa kavuştu......

27 Kasım 2014 Perşembe

Sevgi Uğruna Yaptıklarımız (Kristin Hannah)

Sevgi Uğruna Yaptıklarımız

"Sevgi bazen acı verir, ama yok olmaz." 

Kadınları en iyi anlatan yazarlardan biri olan Kristin Hannah'ın,  en sevdiğim , önceden okuduğum ve okurken çok etkilendiğim en iyi kitaplarından biri bu kitaptı. 

Doğurganlık ilaçlarıyla, kırılan hayallerin arasında sıkışıp kalan Angie ve annesi tarafından terk edilen bir liseli genç kız Lauren'in yolları bu kitapta kesişiyor. 


Karakterlerin ruh halleri o kadar etkili anlatılmış ki , okurken çoğu yerde çok hüzünlendim, özellikle son bölümlerde gerçekten ağladım...


Genç yaşta anne olmak zorunda kalan kadınların hikayesi zaten hep dokunaklı olur! Amerika kültüründen, yaşantısından bir kesit vardı hikayede... Lisede hamile kalan kızlar! Bu olaylar az da olsa bizim ülkemizde de yaşanıyor. Sadece çevre korkularından dolayı duyurulmuyor! 

O liseli saf kızlara bir çift sözüm var: " yalan dostum aşk diye bir şey yok, aşk dediğin üç günlük eğlence, bilemedin 5 gün sürsün, kanıp da sürünen çok." 

Erkeklere dikkat, onlar sadece kalpleri ile hareket etmezler! 





Kızkardeşler Arasında (Kristin Hannah)




En sevdiğim yazarlardan biridir Kristin Hannah ... Hikayeleri, karakterleri hep sıcacık, samimi gelir bana. Kitaplarında karakterlerini tekrar ediyor görünse de seviyorum bu kadının kitaplarını.

"Sevgi, birbirimizin hatalarını kabullenmekten geçer."

Kristin Hannah demiş ki kitabın sonunda " Ben yaşlandıkça diğer kadınlara ne kadar ihtiyacım olduğunu anlıyorum. Kadın ilişkilerini yazıp durmamın sebebi de bu sanırım. Annelerimiz, kızkardeşlerimiz ve arkadaşlarımız olmasa ne yapardık? Umarım bu kitabı bitirdiğinizde gider kızkardeşiniz arasınız.."
Ben de bu güzel kitabı bitirince hemen sarıldım telefona ve kızkardeşimi aradım. Onu ne kadar çok sevdiğimi söyledim. İyi ki kızkardeşlerimiz var bu dünyada dedim. 
Sen hep yaz Kristin biz de okuyalım! Sen "altı çizilecek cümlesi yok, zaman kaybı " diyen, pembe düşmanı  'edebi insanlara'  inat yaz! Biz okuyalım, okudukça daha çok sevelim kardeşlerimizi, anamızı, dostlarımızı...


Bu kitap da çok güzeldi , sadece birazcık , kardeşleri bağlayan  o olay biraz gecikti, ama beklediğime değdi.

Amok Koşucusu / Stefan Zweig

Stefan Zweig o kadar başarılı bir yazar ki kitaplarını okurken öykünün içine giriyorum , onunla birlikte heyecanla,koştur koştur, nefes nefese kitabı bitiriyorum. Bitirdikten sonra ise, kitaptan çıkmak ve gerçek dünyaya dönmek epey bir zamanımı alıyor... İşte bu kitaptaki hikayeler de öyle sürükleyici hikayelerdi. Çoğu intihar konulu olan bu sıradışı hikayelerin içinde  en sevdiğim ise, kitaba adını veren Amok Koşucusu'ydu.

Peki neydi Amok? Onu da kitaptan alıntılıyorum: " Malezyalılarda görülen bir tür sarhoşluk. Sarhoşluktan öte bu... çılgınlık, insanın öfkeden gözünün dönmesi, delice bir saplantıya, tutkuya kapılması..." Amok koşucusu gibi doktor da işte böyle bir saplantıyla, aşkının, tutkusunun peşinden koştu ve beni de sürükledi peşinden... O nasıl bir tutkuydu, o nasıl bir koşuştu, okuyunca anlayacaksınız.

Hikayelerin genelinde bir yalnızlık, insanlardan uzak kalma, hep bir kişiye uzanan tutku vardı... Sonunda ise gözükara bir ölüme atlayış... 


Stefan Zweig'in  ise gerçek hayatta , eşi ile birlikte , savaştan olumsuz bir şekilde etkilendiği için intihar etmesi, bu hikayeleri daha da ilginç kılıyordu...