28 Haziran 2014 Cumartesi

Hayalet Ağrı(Ayça Şen) Kitap Yorumu

Hayalet Ağrı, yani vücutta olmayan uzuvların ağrıması, tıbbi olarak da litaratürde geçen bu ağrı şartlanabiliyormuş ve bu ağrıların çözülmesi zormuş! İşte sırf ismi yüzünden meraklanıp aldığım bu kitapta da Aslı , kendisinde varolan bu şiddetli baş ağrılarının sebebini ve gerekli tedaviyi , hastaneye gittiği yaşlı, çılgın bir doktor ile birlikte aramaya başlıyor! İlk olarak da doktor ondan bir anı defteri tutmasını istiyor! Güya bu defterde yazılanlar, bir tıbbi alet kullanılarak başa bağlanan elektrotlarla, beyne ufak akımlarla geri aktarılacak (mors alfabesi gibi)  ve hafıza da  bu anılara yeşil ışık yakarak tepki verecek ; böylece bu tepkiler belli bir rakama ulaşınca, Aslı'yı rahatsız eden en önemli anıyı yakalamış olacaklar ; ve sonuçta yaşanılacak bir rahatlama sonucu ağrının da teşhisi ve tedavisi kolaylaşacak; aksi taktirde kitabın kapağındaki resim gibi beyni patlayacak Aslı'nın! Okuyunca "ne hikaye ama! " dediğinizi duyar gibiyim!

Ama gel gör ki bu anı yazma kısmı , tabiki bana göre, çok sıkıcı bir anlatıma sahipti! Hep kitabı bir kenara atıp devam etmek istemedim! Kitabı yarım bırakmamak gibi bir huyum olmasa , bırakırdım! Bir kere kitabın anlatım dili"sokak dili" idi! Kullanılan sözcükler ise hep argoydu! ( örneğin: yanından uzamak, artistik yapmak, zart diye öldürmek, osuruktan bir çocuk oyuncağı... gibi) Okurken rahatsız olduğum bir nokta da, "köylü gibi durmak" deyiminin çok sık kullanılmasıydı! (Örnek cümle:" Aşk acısıyla köylü gibi duran bu sıkıcı Kezban'dan kurtulmak için bir an önce..." ) Başka rahatsız olduğum yer ise" esrar içmenin çok rahat ,özgür olmanın gereği, normal bir durummuş gibi anlatılmasıydı! 


Bu kurgunun ise sonu bana göre öyle saçma ve komik bağlanmıştı ki "Yok artık, O öyle olmuş da, ondan mı bu böyleymiş" diye gülmekten okuyamadım hikayenin sonunu! Sonuç olarak bu kitap, ilginç ve farklı başlayan bir hikayeye, hayal kırıklığı yaşatan bir anlatıma ve çabuk geçiştirilen, saçma bir sona sahipti! 

25 Haziran 2014 Çarşamba

Kitap Okumak En İyi Terapidir


Kitap okumak en iyi terapidir. Bu sözü ben söyledim , ama eminim benden önce de söylemiş birileri vardır bu " özlü sözler söyleyenler dünyasında"... 

Her gün hepimiz zor, yoğun, yorucu günler geçiriyoruz. Kimimiz öğrenci, at yarışına hazırlanır gibi üniversite sınavlarına hazırlanıyor! Kimimiz mezun KPSS denen saçma bir sınava hazırlanıyor. Kimimiz bir işte çalışıyor. İş stresinden hem beyni , hem ruhu , hem bedeni yoruluyor.
Kimimiz çalışan anne, nefes almaya bile vakti yok! Çocukların sorumlulukları , akşam onu bekleyen yemek yapma telaşı, iş güç, koca! Çalışan annenin işi hiç bitmez! Ama tatlı bir yorgunluktur o, başarmanın gururu vardır.
Kimimiz  ise, emekli olmuş, yaş almış, bol bol da vakti var, ama yine de işi çok, yıllarca işi nedeniyle yapamadığı pasta börekleri yapmakla, evini temizlemekle, torunlara bakmakla meşguldur!

Bir de benim gibi , üniversite mezunu ev hanımı anneleri vardır! Dışardan bakıldığında bu " ev annelerinin" çok fazla vakti vardır! Mesela çalışan arkadaşları sorar ; " Bütün gün evde hiç canın sıkılmıyor mu?"der! Halbuki bilmez, o ev annesi hep bir sonraki yapacağı ev işini, akşam yemeğini ne zaman yapacağını düşünür çünkü bütün gün küçük çocuğu ile oynar , onu yaşıtlarıyla oynaması için parka götürür! Bazı günler, ikram hazırlıkları yapar, çocuklu anneler için , eve gelsinler de çocuğu , çocuklarıyla çocukça vakit geçirsinler diye! Sonra onun bir sürü ev işi vardır, hiç bitmez, yaptıkça çoğalır, yapıldığı da, "yapılmamaya başlayınca" anlaşılır! Yardımcı tutmak istemez bazıları, titizdir kendi işini kendi yapmak ister! Oyuncakları yerden O toplar tek tek!
 Alışverişi O yapar, çocukları okuldan O alır, çocuklarına kitabı O okur, derslerine O yardım eder... 


Sonuçta herkes çok meşgul bu hayatta! Ve herkes bu işler arasında sıkıştığını hissederken farklı dinlenme dakikaları arar! Ve bulur! Tabi ki kitaptır o! Gün içinde okuyamasa da yanında, çantasında, çekmesinde taşır onu. Yanında taşımak, okuduğu kitabın kapağına bakmak bile onu rahatlatır! Gece onunla çay, kahve eşliğinde yapacağı buluşma için sabırsızlanır!  Kitaplar onun için tam bir rahatlama terapisidir! Onları okurken, gündüz patronunundan yediği azarı unutur! Gireceği sınavın stresini azaltır! Çocuğu iştahsızdır, yemiyordur, onu unutur! Yakın bir arkadaşı onu üzmüştür, onu unutur! Kocasına kızmıştır, onu unutur! Okuduğu kitabın karakterlerine öyle kendini kaptırır ki " kendi dünyasını unutur" başka bir dünyaya kapılır... Sonuç kitap okumak en iyi terapidir onun için...


24 Haziran 2014 Salı

Dönüşüm ( Franz Kafka) Kitap Yorumu


Bir sabah işe gitmek için , her zamanki gibi , akşamdan kurduğunuz saatin çalan alarmını kapatmak için kalkıyorsunuz ve o da ne siz de bir farklılık var, uzanacak bir kolunuz yok, kalkamıyorsunuz bile yerinizden, sert bir kabuk var sanki sırtınızda! Evet tam da bunun gibi bu hikayede ,Gregor bir sabah kalktığında, kendini böceğe dönüşmüş gibi hissediyor! İnsan gibi duyuyor, düşünüyor ama söylediği sözler kelime değil, konuştukları vızıltıdan öteye de geçemiyor! Davranışları ise tam bir böcek gibi ...Korkuyor , kalkıp işe gidemediği için , sırf ailesinin borçları yüzünden pek de sevmediği bu işi kaybedeceği için korkuyor! 

Ben bu kitaptan o kadar çok etkilendim ki her bir bölüm, gözümün önünde sahneleşti! Böceklerden hem daha çok korkar oldum hem de onlara daha çok acır oldum! Çünkü Kafka çok ama çok etkileyici anlatmış bu hikayeyi! O böceğin her halini okuduğumda gözümde bir yaş damlası dondu adeta:(

Tamam bu görsel hikaye bu kadar basit olamaz tabi ki! Burada "böcekleşmeden" "dönüşümden yola çıkarak " toplumsal ve bireysel kavramlar ele alınmıştı! Edebiyatçı değilim, ünlü kafka okurlarından biri de değilim ( ki daha önce Kafka'nın Babaya Mektuplar ve Milena'ya Mektuplar kitaplarını da beğenerek okumuştum) ama burada anlatılmak isteneni de sıradan bir okuyucu olarak anladım tabi:) Anladığım kadarıyla bu kitap, toplumun ve  sistemin çarklarının , insanı nasıl kendi kedine yabancılaştırdığını gösteriyor! İnsanın hergün yapmak zorunda olduğu işlerle , gitgide nasıl makineleştiğini anlatıyor! Aile fertlerinin nasıl da birbirine görünür görünmez baskı uyguladığını ve ailenin, ferdlerden birinin zarar verme konumuna ya da iş göremez konumuna geldiğinde , nasıl o ferdi feda edebildiğini gösteriyor! Gerçekten "insan" olmak zor iş! İnsan olmak zor olduğu için mi, bu kadar "hayvana dönüşmeye başladık"  Öyküdeki böcek, zararsız sadece görüntüsü iğrenç ve korkunç! Peki ya "insana zarar veren yırtıcı bir hayvana dönüşmüş" insan! Karısını, sevgilisini zalimce döven, öldüren! Çocuğuna şiddet uygulayan! Bunlar da insan güya! İşte toplum bizi " çok çalışmaya ve mükemmel, standart olmaya" zorluyor! Ama biz mükemmel olamayız çünkü biz "insanız" Bizim de hatalarımız var! Duralım, yavaşlayalım biraz, hayattan zevk alalım! Aile fertlerini " insan olduğu için" sevelim, "affetmeyi bilelim, " aile fertlerini kusurları ile kabul edelim!" Başkaları ile karşılaştırmayalım! Baskı uygulamayalım! Bütün yükü tek bir ferde yüklemeyelim! İşte böylece, onu insanlıktan çıkartmamış oluruz!!!  

Taaşşuk-i Talat ve Fitnat ( Şemsettin Sami) Kitap Yorumu



Hani lisede okurken öğrenmiştik: "Batılı anlamda kaleme alınan ilk Türk Romanı'nın adı  Taaşşuk-i Talat ve Fitnat, yazarı ise Şemsettin Sami'dir diye." Sonra Üniversite sınavlarında ve tabi ki KPSS'de çıkar diye aklımızda tutmuştuk! Peki kimler bu romanı okudu? Ben 34 yaşındayım , henüz geçenlerde kitapçıdan aldım ve okudum. Bu kadar kısa, süssüz , sade ama bir o kadar da edebi bir roman yoktur sanırım. Bahsi geçen yakışıklı Talat ve güzeller güzeli Fitnat'ın imkansız aşkı ise yürek burkan cinstendi. Kitabı okurken dikkatimi çeken bir ayrıntı da , anlatılan aşkların nasıl derinden ve gerçek olduğu idi. Aşk ile ilgili hitaplar ve kelimeler öyle özenle seçilmişti ki, o iki gencin sonunu kitap boyunca merak edip durdum! Kitabın içine girip, o ikisini bizzat ben evlendirmek istedim! Peki sizce bu iki sevdalı nasıl buluşacak ve kavuşacak? Ya da kavuşabilecek mi? Kitabın sonunda şok edici bir olay oluyor ki ben çok şaşırdım! 

Bence Şemsettin Sami,bu alanda yazdığı ilk ve tek kitabında; aşk ve dönemin toplum yapısını kendine has bir anlatımla ele alıp bu unutulmaz eserini bizlere bırakmış. Okuyanın kalbine , eşsiz anlatımı ile, nasıl ulaşacağını çok iyi bilen yazar, aynı zamanda bu hikaye ile toplumsal bir mesaj vermiş sanki... Sevenleri ayırmayın...

23 Haziran 2014 Pazartesi

Üç Oda Bir Yalnızlık Kitap Yorumu

Nora, 37 yaşında , Amerikalı, bekar , üç odalı bir evde yalnız...
Shadid ailesi, Amerika'ya gelmiş , 3 kişilik yabancı bir aile... İşte bu iki hayat bu kitapta buluşuyor.

Nora, aslında sanatçı, ama maaşlı, güvenli bir meslek tercih etmiş ilkokul öğretmeni. Kendisini , anne babasına adamış "hayırlı bir evlat" olarak tanımlıyor. Ayrıca kendine de içdünyasında bir dünya kurmuş , adı da 'eğlence evi' ve bu onun hayatı olmuş. Burda hoşlanmadığı şeylerden hoşlanıyormuş gibi yaşıyor. Sanki çok mutluymuş, hiç sevdiği insanlar tarafından terkedilmemiş gibi ... Bir çeşit maske, gün içinde çoğumuzun taktığı cinsten...

Skendar ailesinin ise üç üyesi var. Tarihçi akademisyen baba, sanatçı anne, 7 yaşında şirin mi şirin bir erkek çocuk, aynı zamanda okuldan öğrencisi Reza. Nora ise bu ailedeki tüm fertlere birden aşık oluyor. Bu aslında tanıdık bir hikaye, bir kadın, (bir dost)  bir ailenin evine karışır. Gittikçe o ailenin bir parçası olmak ister. Ama bu kitaptaki hikaye biraz farklı, okuyunca anlayacaksınız. Sonu ise sizi şaşırtacak...

Bu arada kitabın dili çok akıcı ve çevirisi çok iyi. Sürükleyici ve merak uyandırıcı bir anlatıma sahip, Nora'nın üç dünyası ve itirafları odaklı bu hikaye de mekan tasvirleri ve karakter analizleri de oldukça başarılıydı bence.

Elinize geçerse okuyun, pişman olmazsınız bir de sakın evinizin erkeklerini, en yakın dostunuza bile emanet edip bir yerlere gitmeyin!