4 Ekim 2014 Cumartesi

Canım Aliye, Ruhum Filiz Kitap Yorumum


"Canım Aliye,
Seni şimdiden çılgın gibi sevmeye başladığımı hissediyorum. Derhal yaz. Uzun yaz, çok uzun şeyler yaz... 
Seni hasretle kucaklarım benim bir tanecik Aliyem."








Aldırma Gönül, Leylim Ley ve Benim Meskenim Dağlardır gibi şarkılara da dönüşen şiirlerin şairi, hüzünlü yazıların, hikayelerin  yazarı Sabahattin Ali 'yi , bu kitapta yayınlanan mektuplarda, nişanlı, eş ve bir baba olarak tanıdım. O , coşkulu bir nişanlı; aşık , sorumlu bir eş ve sevecen ve ilgi gösteren bir baba... Ömrüm boyunca bir kitabı okurken bu kadar hüzün çökmemişti yüreğime! Sabahattin Ali'yi bir baba olarak tanımak ve O'nun hazin sonunu düşünmek ... Bu mektuplar anlatılmaz, okunur...

"Sevgili Aliye,

Size on gündür mektup yazamadım. Çünkü paramı alamadım, parayı gönderir ve yazarım diye oyalandım. Hala da alamadık! Önümüzdeki hafta belki bir miktar almak, mümkün olacak! Hayatımda hiç bu kadar sıkılmamış ve imkansızlıklar içinde çırpınmamıştım. Sizin halinizi düşündükçe, geceleri gözüme uyku girmiyor." 

Büyük şair, eşsiz anlatım diline sahip, naif yazar, bir de işte 'geçim derdi'  ile, ailesinden uzakta yaşıyordu! Onlara para göndermeye çalışıyordu! Bir yandan da peşini bırakmayan dava ve hapis cezaları, O'nu yavaş yavaş kemiriyordu...



Diğer işlerimi bir yoluna koysam, o bir aylık hapis cezasına aldırmam! Aklım sizde... Filiz yaşında bir çocuk görsem, elimde olmadan gözlerim yaşarıyor!"

Düşünceyi, ideolojiyi suç olarak gören biri,  bu babaya kıydı bir gün! O zalim, insan olmayan bir piyon, aldı eline bir taş,  yolda mola verdikleri yerde, tam da eline okumak için bir kitap alan , Sabahattin Ali'ye zalimce , o taşla vurdu, vurdu...  Tarih 2 Nisan 1948 di... O artık Filiz'i kucaklayamayacaktı! Aliye'sini sarıp sarmalayamayacaktı!

Geride  bu son  13 Mart 1948 'de yazdığı aşağıdaki mektup kaldı... 

Ruhum Filiz, 

Resimlerin pek şirin çıkmış. Bakıp bakıp öpüyorum! Yakında yollardan kar kalkar kalkmaz gelip seni kucaklayacağım. Derslerin nasıl? Bana bilgi ver. 
Milyonlarca gözlerinden öperim kızım! 






Orhan Veli "Bütün Şiirleri" Kitap Yorumum

"Bilmem ki nasıl anlatsam;
Nasıl, nasıl, size derdimi!
Bir dert ki yürekler acısı,
Bir dert ki düşman başına.
Gönül yarası desem...
Değil!
Ekmek parası desem...
Değil!
Bir dert ki...

Dayanılır şey değil... "


Orhan Veli Kanık 1914'de doğdu ve arkasında bir sürü unutulmaz mısralar bırakarak 1950'de vefat etti. Kısacık bir ömür yaşadı ama ebedi şiirlerler yazdı. 1941 'de , hepimizin lisede öğrendiği bir bilgidir, liseden arkadaşları Oktay Rıfat ve Melih Cevdet Anday ile " Garip" şiir kitabını çıkardı. Böylece, 'Türk şiirinde 'yenileşme hareketini başlattı! ,şiirde  ileriye adım attı! Öncü oldu! Şiirin kendine öz bir dili ve vezni olmadığını gerekirse, ahengin bile şiirden kaldırılabileceğini gösterdi.

Gerçekten de bu kitapta yer alan bütün şiirlerde  kendine has, standart olmayan bir duruş, sıralanış var. Kim unutabilir ki Levent Yüksel'in şarkı olarak seslendirdiği " Dedikodu " şiirini, ya da " Yazık oldu Süleyman Efendiye" şiirini, ya da "Beni bu güzel havalar mahvetti", ya da "Eskiler alıyorum, alıp yıldız yapıyorum", "İstanbul'u dinliyorum gözlerim kapalı", "Cep delik, cepken delik, don delik, mintan delik, kevgir misin be kardeşlik", ya da " Bir elinde cımbız, bir elinde ayna, umrunda mı bu dünya" mısraları hep tanıdıktır değil mi?...

İşte bu kitap öyle güzel şiirleri toplamıştı ki okurken o tarihlere, o insanlara bir ziyarette bulundum ben de! Sanırım şiiri de sevmeye başladım! Zaten şiir hayattan olunca, sevmemek ne mümkün!



 Not: Orhan Veli'nin nasıl erkenden vefat ettiğini bilmeyenler için...
10 Kasım'da bir haftalığına geldiği Ankara'da belediyenin kazdığı bir çukura düşmüş ve başından hafifçe yaralanmış. İki gün sonra İstanbul'a dönmüş.14 Kasım günü bir arkadaşının evinde öğle yemeği yerken fenalık geçiren şair hastaneye kaldırılmış! Beyinde damar çatlaması yüzünden başlayan rahatsızlığın sebebi doktor tarafından anlaşılamamış ve Kanık'a alkol zehirlenmesi teşhisiyle tedavi uygulanmış,  ancak beyin kanaması geçirdiği sonradan anlaşılmış!Aynı akşam sekizde komaya giren şair gece 23.20'de komadan çıkamayarak Cerrahpaşa Hastanesi'nde hayata veda etmiş:( 

3 Ekim 2014 Cuma

Aslında Kimse Sevmiyor Senin Kadar



"Babalar sevmeyi, kızlarından öğrenir."  Okuyup bitirdikten sonra, uzun bir süre etkisinden çıkamayacağınız bir hikaye. Bu sıcak, düşündüren ve hüzünlendiren kitabın sonu öyle güçlü ki insana " iyi ki okumuşum " dedirtiyor. 

Bir genç kızın baba özlemi, yetişkin bir kadına dönüşürken, babasının varlığına  daha çok ihtiyaç duyması ve kaybolan babasını araması ... Acaba bulabilecek mi? Acaba yıllarca babasını , en sevdiği kişiden " kızından" ayıran zorunlu sebep neydi? 

Hikayenin sonunda şöyle sözler vardı: " İnsan bazen kurtarılmak istemez. " İnsan seçtiği hayatı yaşamakta özgürdür." 

Ben beğendim kitabı.Sıcacık ve güçlü bir baba/kız hikayesiydi. Bir ara çocukluğuma gittim geldim. Babamla olan güzel anılarım aklıma geldi. Gülümsedim... 

Hepimizin bildiği gibi, kızlar,  babalarına düşkündür, ilk tanıdıkları erkek babalarıdır! O iyi bir erkek, iyi bir eş, iyi bir baba ise, kız hayatı boyunca "babası gibi" birilerini arar, evlenmek için. Eğer iyi bir erkek modeli olmamışsa babası, yeterli ilgiyi ve sevgiyi göstermemişse, iyi bir eş olamamışsa, kız ilerde, evlilikten çekinebilir. Ya da görmediği baba sevgisinin yarattığı  boşluğu, başka sevgilerle doldurmaya çalışır durur ama yine de dolduramaz... İstese de dolduramaz, zira baba sevgisinin yerini hiç bir şey dolduramaz... 

2 Ekim 2014 Perşembe

Leylim Leylim... Bir Leylasız Mecnun Masalı

Şair yıllardır kime sesleniyordu? İşte bu mektupların yer aldığı kitapla , o seslendiği kişinin kimliği ortaya çıktı... Şair , mecnun Ahmet Arif, Leylasına sesleniyordu, leylim leylim derken, Hasretinden Prangalar Eskittim derken... 



"Ard-arda bilmem kaç zemheri geçti 
Kurt uyur, kus uyur, zindan uyurdu 
Disarida gürül-gürül akan bir dünya 
Bir ben uyumadim
Kaç bahar leylim 
Hasretinden prangalar eskittim 
Karanlik gecelerde kendimden geçtim ..."

"Nemsin be? Sevgili, dost, yâr, arkadaş... hepsi. En çok da en ilk de Leylâsın bana. Bir umudum, dünya gözüm, dikili ağacımsın. Uçan kuşum, akan suyumsun. Seni anlatabilmek seni. Ben cehennem çarklarından kurtuldum. Üşüyorum kapama gözlerini..." 

Leylim Leylim adlı bu kitaptaki mektupları Ahmed Arif, Leyla Erbil’e 1954- 1957 yılları arasında yazmış. Bu metinler, Arif’in Erbil’e aşkının yanı sıra dönemin siyasi, edebi ve yayın ortamlarının izlerini taşıyor. Dönem  Ahmed Arifin sürgün günleri. Yaşadığı siyasi baskının ona yaşattıklarını kelimelerine dökmüş. Kelimeleriyle ağlamış her bir sayfasına! İmkansız aşkını ise tüm samimiyetiyle, en yalın haliyle yazmış. Çok duygulu mektuplar...Ben çok hüzünlendim, etkilendim... Okuyun siz de,  aşkın dile gelmesi neymiş görün...

"Seni sevmenin büyüklüğü başımı döndürüyor. Kalbim çatlayacak neredeyse. Önünde diz çöker, önce parmaklarını, avuçlarını, sonra sonra, hüngür güngür yüzünü, saçlarını öperim." ( Allah'ım ne ifadeler, etkilenmemek elde değil arkadaşlar) 

"Şair ettin beni, buna alınmak olmaz elbet! Ama neredeyse, filozof ya da psikanalist yapıcan beni!"

"Canım benim, 'canım' dediğimde , içimden canımın çıkıp sana koştuğunu duyarım hep. Gezegenlerin en güzel kızısın. Senden kıyamete dek sürecek bir öpücük alsam, dayanır mısın?" 

Ayrıca, Ahmed Arif mektuplarında Leylâ’nın az yazmasından şikayette bulunuyor! Yalnız mektuplar için değil, Leylâ’nın yazmadığı şiirler içindir de bu yakınması. Birlikte bir kitap çıkartma tasarıları var. Ahmed Arif’e göre bu kitabın adı “Suskun” olacakmış...

"Üzme zorlama kendini, beni hiç sevmedin. Gene de benim yanımda ve ben yokken , benim hayalimle kaldığında olduğu gibi kal."

Leyla Hanım ise, bu mektuplaşmalarında, dostluk sınırını çizmiş, aşkına karşılık vermemiş...

"Mutlu ol, Allah beni kahretsin! Gözlerinden öperim, ellerinden öperim, öperim kızı öperim, öperim oğlu öperim..." 

Ben bu kitabı, Kafka'nın Milena'ya yazdığı mektuplardan oluşan kitabına çok benzettim. Orada da imkansız, platonik bir aşk vardı! Orada da iki taraf edebi kimliğe sahipti. Oradaki erkek de , düzene karşı gelen kimlikteydi! Kafka da , Arif gibi hep hastaydı, sevdiği hasta olduğunda ise, onu yüreklendirirdi! Acaba Şairimiz, Kafka'dan etkilenmiş olabilir mi? Neden olmasın? O da Erbil'i hikaye ve şiir yazma konusunda yönlendiriyor, yüreklendiriyordu!  Bir de dikkatimi çekti, mektuplarından birinde, Ahmet Arif, İlhan Tarus'a 'Kımıl' adlı bir böcek hakkında roman, taslak yazıp gönderdiğinden bahsediyordu! Acaba o taslak nerede? Ne oldu? Acaba Kafka'nın bir dönüşüm hikayesini, Arif kendi mi yaşıyordu... Kim bilir bunlar benim sezgilerim, beni bağlar...


29 Eylül 2014 Pazartesi

En sevdiğim yazar 2 ... Hermann Hesse

En sevdiğim yazarlardan biri olan Hermann Hesse (Alman-İsviçreli şair, romancı ve ressam) , sıkıntıları olan bir yazar! Sıkıntılar derken , bizimki gibi ,bilindik , gündelik dertler değil...  Varoluş sıkıntıları, iç yolculuklarda kendini aramak,inancı sorgulamak, insanı tanımak,  dünyayı anlamaya çalışmak gibi dertler. Yazmasının en önemli sebepleri bu tür sıkıntılara sahip olması sanırım . Zaten dert insanı söyletir, kalemi eline alır yazdırtır! 

İlk Rosshalde'siyle tanıştım Hesse ile... Ve tek kelime ile kalemine, büyülü tasvirlerine, oluşturduğu gerçekçi karakterlerine hayran kaldım. 
Sonra Doğu Yolculuğu , Siddartha  Demian ve BozkırKurdu kitaplarını okudum. Bu kitaplarında , hep kendini keşfetme ve ruhsal alemde gizemli olanı bulma, öz kimliği yaratma çabaları vardı...
Hepsi de bir insanın iç dünyasında birer yolculuktu ve arayış olmadan bulunuş olmaz dedirtiyordu. Kirlenmeden, temiz olmanın kıymetini bilemezsin diyordu! İyi olmak için, kötüyü de görmek gerek diyordu...İnandıklarına körü körüne inanma, bazen de şüpheye düş... Ya öyle değil de böyleyse diye düşün ve inancını sağlamlaştırmak üzere arayışını , tatmin olana kadar sürdür diyordu...( bu arada bunlar hep benim gözlem ve ifadelerim, kitap önsözü alıntısı değil) 

Bundan sonra yazdıklarım , tırnak içindekiler internetten araştırdıklarım...

"Hermann Hesse  1946'da Nobel Edebiyat Ödülü almış.

Birinci Dünya Savaşı'nı 'kanlı bir saçmalık' olarak nitelemiş. Hermann Hesse, savaş sırasında esirlerin bakımıyla ilgilenmiş. Bir yandan evliliğinin çok kötü koşullarda ilerlemesi, bir yandan savaş esirleriyle ilgilenmesi, Hesse'nin bunalıma girmesine neden olmuş. Başka nedenlerin yanında , bir de ruhsal sıkıntıları olan karısından 1918 yılında ayrılmasıyla da ağır bir buhran geçirmiş.Uzun süre tedavi gördükten sonra 1917'de Emil Sinclair takma adıyla çıkardığı romanı (Demian)  tamamlamış. "


Okuyanlar dikkat etmiştir, neredeyse bütün romanlarında, baş karakterlerden biri H ile başlar, tıpkı kendi ismi gibi... Çünkü bence hep kendini anlatır yazar... Ben kalemini çok seviyorum, hayatı sorgulayışı ilgimi çekiyor... Hala tanışmadıysanız hemen tanışın kendisiyle... Tabi ki , bence, en iyi romanı Rosshalde ile...