"Harry Haller'in yüzünde, yolunu şaşırmış, korkuyla bakan ürkek bir BozkırKurdu gördüm. Gözleri bazen hain hain, bazen mahsun mahsun parlıyordu..."
Bozkırkurdu'nun en önemli özelliği , sürüler halinde değil de yalnız başına ,doğal yaşamı tercih ediyor olmasıdır. Kendini bir tür "Bozkırkurdu" olarak tanımlayan Harry Haller ise kalabalıklar içerisinde yalnız kalan, mutlu olmayı beceremeyen, yalnızlığı seven bir karakter. Birey olarak eğitimli ve donanımlı bir vatandaş, güzel düşüncelere, müziğe , sanata ve felsefeye karşı ilgisi var, işi ve bankada parası var. Ama gel gör ki, kendini iki kişilik arasında sıkışmış hissediyor ve kendini öldürerek , bir kurtuluşa ereceğini düşünmeye başlıyor. Tam da o sırada , bir anda karşısına çıkan Hermine karakteri, onu dünya zevkleriyle tanıştırıyor ve hayata bakış açısını biraz değiştirmeye çalışıyor...
Bence bu kitapta, hepimizin içindeki iyinin ve kötünün; dürtülerin ve aklın savaşı anlatılıyordu...
Kitap, ilk bölümlerde biraz yavaştı , ama sonraki bölümlerinde benim için ilgi çekici olmaya başladı. Yazarın kendi hayatından da izler taşıyan bu kitap,bence oldukça iyi bir kitap. Kurgusu ise ,okuyan kişinin o an ki ruh haline göre beğenilebilir ya da beğenilmeyebilir...
Her romanda klasik muhabbet olan , "romanın yazarı, sizce kendini hangi karakter olarak romana katmıştır" sorusuna verilebilecek en iyi cevap, Harry Haller, çünkü yazar Hermann Hesse de , yaşamının bir döneminde intiharı düşünmüş ve psikolojik tedaviler geçirmiş bir insan, tıpkı romandaki Harry Heller gibi... İsimler de benzer... H.H...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder